BU ZAMANIN EN BÜYÜK FARZ VAZİFESİ İTTİHAD-I İSLÂM’DIR Hadis-i şerifte buyuruluyor ki, “Müminler bir vücudun…
Şiir üzerine…
Şiir üzerine…
Ne buyurmuşlar: Şiir varlığın gizli anlamlarını taşır(mış), örneğin:
Göğü tersçe çevirip başıma mavi
kağıttan deli, köpük kuş
ötleyen kendi öğrenir ötmesini
İşte böyle nokta, virgül önemli değil, mısralar küçük harfle başlayabilir. Aklına geleni söyleyeceksin, kimse bir şey anlamayacak, böylece gizli anlamları açıklamış olacaksın, ne büyük şair değil mi?
Eğer:
Her şey bir nizam içinde,
Nizamı koyan elbet var.
Her şey ölçülü, ahenkli
Zerreden ta şemse kadar.
Dersen, bu şiir olmazmış, düz yazının (nesrin) kafiyeli şekliymiş… Halbuki şiir yoğun duyguların dışa dökülmesi(ymiş). Musikinin elinden alınmış bir şey(miş). Onlara göre örneğin:
Ay sarıya boyarken
Fıstıklar arkasında kararan akşamı
Derin bir ahla içeri çeker
Pencereden yarısını
İşte şiir böyle olmalıymış, kokular, renkler ve sesler birbirine cevap vermeliymiş, biz de bu sırrı anlamalıymışız.
Herkes dünya sahnesinde bir artist, Herkes hayatının rolünü oynar.
Çokları derken: Öğrendik bu işi.
Birdenbire bütün lambalar söner.
Aaa, işte bu şiir olmadı, çünkü vezin, kafiye var. Sonra her şey apaçık anlaşılıyor. Ayol, şiir sözün ötesinde bir şey:
Düşünerek ısınmaya çalıştım ekmeği
arandım
birilerin bakışıyla bakışmayı
Gördünüz mü şiir böyle olacak. Sembol Efendim, şiirde semboller konuşacak, Wagner böyle demiş…
Derler ki: Bal yiyemez hiçbir zaman
Kuzulara çiçek yediren çoban.
Bu beyit didaktik, öğüt veriyor. Böyle şeyler nasihat kelimesiyle geçip gitti. Şiirle müzik bir bütündür, kanuninin taksiminde söz var mı? Şiirde de söz olmayacak ruh olacak, örneğin:
Bir de kayaları suskun dağların
Üstü başı dökük
Son kuşları dallarda
İşte böyle, kanuniyi Kanuni Sultan Süleyman sanıp, taksimi de İstanbulda bir semt ismi olarak bilirsen şiirden nasibin yok demektir.
Ebedi kuşatma istemem sınır
Zincirim, kelepçem kopmalı bugün.
Sinemde inciler hem çile, hem sır,
Öyle çile var ki sefadan üstün
Böyle şiir olmaz, her şey çok çok açık. İmla kurallarına özen gösterilmiş, bu zorunluk niye? Dilediğim gibi yazarsam şiir olur.
İnci Asena ne güzel söylemiş:
Muz ruj saksafon anahtar
Mavi mavi mavi
Kriko şambriyel direksiyon
Ah mavi
Siz kalkıyorsunuz:
Alın, dünyalar sizin olsun, alın!
Türbeler söyleyin sermayenizi…
Orada toprağa dokunan alın,
Burada karınca içer denizi.
Öğüt vermekten bir türlü vazgeçemiyorsunuz. Şiir gönül tellerine dokunan mızraptır, anlamayıp, his edeceksin:
Keskin ten kavşaklarında
Yorulmuştur dağ
Soluk soluğa dizbağları çözmekten
Yılmaz Daşlıoğlu’nun bu şiirinde anlam gizlidir. Halbuki sizin:
Hey dağlar, karınca geliyor kalkın
Ne haldir, demeyin fırlayın bugün.
Ziftler elmaslaştı zamana bakın
Büyüklüğü verin, artık küçülsün.
Şiirinizde şiir hali yok; kafiye ustalığı var. Bu, gericiliktir, geriye özlemdir, bari aruzla yazın da her şey olup bitsin.
Kimseye aldırdığı yok
Şapkalardan bir şapka
Denize doğru arkası
Şiir deyince aklıma böyle şeyler gelir. Gerçi bunlar sizinkiler gibi ezberlenmez amma, belleği de yormamak gerekir.
Bir toz bulutu ile desenlenmiş talihler,
Semavi bağlarını kesmiş birçok tashihler…
Zulmetler nur doğurur, bilen çeker zahmeti,
Afakı, tutmuş bela, bahsetmiyor tarihler.
Çok karamsar bir şey, insanın içini karartıyor. Bir de Salah
Birsel’in şiirine bakalım:
Fil tufanısınız
Herkesten uyanık herkesten yarımsağ
Para babası tutkapçı ve tarzan
Artık böylesine şiirler devri başladı. Aruzmuş, heceymiş… Vezin, kafiye, durak… Mânâsız şeyler bunlar. Şiir gizli mânâları bulup çıkaracak. Türk Edebiyatı böylece oluşacak!
This Post Has 0 Comments