Ayaküstü bir sohbet, Liseli, üniversiteli gençler etrafımı sardı: Bir Minyeli Abdullah daha yazsanız konusu…
Savaş ve teknik
Savaş ve teknik
Fransız şairlerinden Alphonse de Lamartine 17901869 yılları arasında yaşamış, yazmış olduğu Osmanlı Tarihi (1) isimli eserinin 898inci sahifesinde.
Osmanlılar’ın kalbinde zayıflayan ne din, ne yurt, ne de ırk bilinci idi. Eksik olan Avrupadaki teknik ilerlemelerin düzeyine çıkamamaktı. Savaşların sonucunu artık teknik, disiplin ve yönetim taktikleri belirliyordu. Silahsız, düzensiz ve disiplinsiz bir ordunun, sürüden farkı olmıyacağını bilenler, isyancı yeniçerilerin haline bakıp üzülüyordu. Kendilerindeki meziyetlerin Hıristiyanlara geçmesi, bir başka üzüntü ve utanç kaynağıydı diyor.
Akif de bu gerçeği anlamıştı:
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Derken Avrupa ordularının teknikte ne kadar ileri gittiğini gösteriyordu. Bunlara karşı iman dolu göğsümüz var. Yani şehid olabiliriz…
Elbette ki ölümden korkmayanı kimse korkutamaz amma, eğer bir savaş mukadderse, öldüreceğimiz kadarını öldürüp, bu arada biz de ölürsek, şehidlik gibi bir ümidimiz bulunabilir.
Savaşa hazırlanmamış bir milletin cephede ölmesi ne ifade eder. Evvela sebeplere yeteri kadar uyacağız. Vazifesini yapmayan bir mümin mükafat adına Allah’tan ne isteyebilir?
İman dolu bir göğüsle, tanka ve uçağa binmek daha iyi değil mi? Ne teknolojide ilerlemek imana mani, ne de imanlı olmak teknolojiye… Hem iman, hem teknoloji, milletimiz için bir merhale olacak.
Akif Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk, bak nasıl doğranıyor… derken devlet adamlarının hatalı tutumlarına parmak basıyordu.
Amma halk da tevekkülü yanlış anlamıştı:
Allah’a dayandım diye sen çıkma yataktan
Manayı tevekkül bu mudur, hey gidi nadan?
Dini de yanlış anlamışlardı:
Hey millet uyan, cehline kurban gidiyorsun,
İslâmı da batsın diye tutmuş yediyorsun.
Allahtan utan, bari bırak dini elinden,
Gir leş gibi topraklara kendin gireceksen!
Mehmet Akif, Osmanlı’nın niçin yıkıldığını Safahat’ında açıkça anlatır. Bunlarla şu sonuca gidebiliriz: Müslümanlar 350 seneden beri, İslâmiyet’in bir kısım emirlerini yapmıyorlar ki sürünüyorlar. Bunlar da ilim, teknik ve İslâm ahlâkıdır.
Bu hususta devletin de, halkın da suçu vardır. Bir kısım devlet adamları halka hedef gösterip, onları ilme, tekniğe ve yüce bir ahlâka sevk etmedikleri gibi; halk da kahveyi, meyhaneyi, tembelliği, cehaleti seçmiştir. Halk çökünce, devletin ayakta durması mümkün değil; devlet ilme, tekniğe ve ahlâka önem vermeyince, millet (adeta) başsız kalır.
Bunun faturası kabarık geliyor: Artık Mehmetçik göğüs göğüse çarpışamaz; artık milletçe askeriz sözleri kurtarmaz. Adam düğmeye bastı mı, bir şehirden öbürüne füze, roket atıyor. Uçaklar mania tanımıyor. Gemiler okyanuslara hakim oluyor. CNN’de görüldüğü gibi televizyonların her yerde gözü, kulağı var.
İnsanın insanla savaşı bitti. Süper güçler elindeki teknik imkanlarla, geri kalmış ülkelerin pazar olmasını istiyor. Razı olmazlarsa, teknolojik silahlarla onun canını alıyor. On bin metreden atılan bir napalm bombasına yerdeki kahraman ne yapabilir?
Savaş yaygın hal almıştır, silahlı savaşların ötesinde ekonomik savaşlar bitmek, tükenmek bilmiyor. Bilgisayar alıp, konfeksiyon satmakla bir millet kalkınamaz. Kalkınamayan ülke (köleliğin kibarcası olan) pazar durumuna düşer, daha olmazsa kalkınamamanın faturasını canıyla öder.
Kültür istilası ise insanların düşüncesini değiştirir: Maziyle, istikballe meşgul olmayan, bulunduğu anı neşeyle geçiren bir insandan ne beklenebilir?
Ekonomi ve kültür başkasının eline geçerse, Milli politikadan söz edebilir misiniz?
Dipnot:
(1) Alphonse de Lamartine, Osmanlı Tarihi, 1991,
İstanbul, sh. 898.
This Post Has 0 Comments